CHP Genel Başkan Yardımcısı Yankı Bağcıoğlu, “Türkiye ile Yunanistan arasında Atina’da gerçekleşen son toplantıda, Yunanistan’ın Ege ve Doğu Akdeniz’de lehine tesis ettiği statükoyu idame ederek elde ettiği avantajların devamını sağladığı, kısaca istediğini aldığı, ancak Türkiye’nin son dönemde yüksek tonda gündeme getirdiği problem sahalarına yönelik hiçbir kazanım elde etmediği aşikardır. Yunanistan’a özellikle seçim meydanlarında siyasilerimiz tarafından yapılan birçok sert ve bazen diplomasi dili dışındaki mesajlardan, sonda yapılması gereken uyarıları başta yaptıktan sonra ikili ilişkilerde tekrar başlangıca dönmek tabiri caizse bir u dönüşü yapmak, rahatsız edici bir durumdur, devlet terbiyesine ve mütekabiliyet esaslarına yakışmamaktadır. Bu durum, devlet ciddiyeti açısından güvenilirlik, kararlılık ve caydırıcılığımızın zarar görmesine neden olmaktadır. Sonuç olarak, milli menfaatlere ulaşılması ve korunmasında esas araç olan milli güç unsurlarından, askeri gücünüz ne kadar etkili olursa olsun, ekonomik ve siyasi gücünüz arzu edilen seviyede olmadığı takdirde, sıkıntılarınızdan kurtulmak için dış desteğe ihtiyacınız varsa milli hedeflerinize ulaşmanız imkansız olacaktır. Her seçiminiz, bir taviz doğuracaktır” dedi.

CHP Milli Savunma Bakanlığından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Yankı Bağcıoğlu, Türkiye-Yunanistan İlişkileriyle ilgili “Yunanistan’ın Diyalog Oyunu” başlıklı bir makale kaleme aldı. Bağcıoğlu’nun makalesi şöyle:

"TÜRKİYE İLE YUNANİSTAN ARASINDAKİ SON TOPLANTIDA, YUNANİSTAN’IN İSTEDİĞİNİ ALDIĞI ANCAK TÜRKİYE’NİN HİÇBİR KAZANIM ELDE ETMEDİĞİ AŞİKARDIR”

“Yunanistan’ın temel milli savunma stratejisi üç bacaklıdır: Dünyanın her yerinde ve her türlü platformda tezlerini destekleyecek devletlerle ilişkileri geliştirmek, anlaşmazlık yaşadığı devletlerle yaşanan süreçte zaman kazanmak ve statükoyu devam ettirmek için diyalog; bölgesel devletlerle askeri iş birliği faaliyetleriyle caydırıcılık; silah tedarik faaliyetlerine hız vererek savunma. Yunanistan şu anda her üç aşamayı da fiilen aktif olarak uygulamaktadır. Öncelikle Türkiye ile diyaloğu sürdürerek kazanımlarını ve Ege Denizi ile Doğu Akdeniz’de statükoyu idame etmekte, ABD, Fransa, Mısır, İsrail ile askeri iş birliğini geliştirerek caydırıcılık sağlamaya çalışmakta, özellikle hava ve deniz kuvvetlerine yeni gemi ve uçak tedariki ile savunmasını güçlendirmektedir. Türkiye ile Yunanistan arasında Atina’da gerçekleşen son toplantıda, Yunanistan’ın Ege ve Doğu Akdeniz’de lehine tesis ettiği statükoyu idame ederek elde ettiği avantajların devamını sağladığı, kısaca istediğini aldığı, ancak Türkiye’nin son dönemde yüksek tonda gündeme getirdiği problem sahalarına yönelik hiçbir kazanım elde etmediği (Gayri askeri statüdeki adaların durumu vb.) aşikardır.

Yunanistan ile bu şekilde yoğunlaşan diplomasi trafiğinin hitamında yapılan ‘Güven ve Güven Artırıcı Önlemler’ gibi alt çalışma grubu toplantılarında, somut bir ilerleme olmadığı ve sonuç alınamadığı, Yunanistan’ın oyalama taktikleriyle konuyu zamana yayarak sürüncemede bıraktığı, bu suretle özellikle Türkiye'ye yakın adaların kimilerinde saldırı silahları dahil olmak üzere silahlandırılması, aidiyeti tartışmalı adaların sahiplenilmesi gibi oldubittileri de sürdürmeye çalıştığı bilinmektedir. Önceki günlerde, AB Uluslararası ilişkiler ve Güvenlik Politikaları Yüksek Temsilcisi Josep Borrell’in ‘Türkiye’nin Akdeniz’de sondaj/araştırma yapmaması, Kıbrıs Adası’nda problem yaratılmaması’ gibi muhtemelen ekonomimizin içinde bulunduğu durumdan da cesaret alarak yaptığı açıklamalar da dikkate alındığında, önümüzdeki dönemin güvenlik politikaları ve milli menfaatlerin korunması açısından oldukça önemli olacağı değerlendirilmektedir.

"23 ADA, LOZAN ANTLAŞMASI’NDA BELİRTİLDİĞİ ŞEKLİYLE GAYRİ ASKERİ STATÜSÜNE DÖNMÜŞ MÜDÜR”

Mevcut gündem değerlendirildiğinde sorulması gereken temel sorular şunlardır: Türk-Yunan ilişkilerinde son 10 ayda ne değişmiştir? Türkiye ile olan sorunlarının görüşülmesini dahi kabul etmiş midir yoksa hâlâ bir-iki sorun dışındakileri Türkiye'nin yarattığı sorun olarak mı görmektedir? 23 ada, Lozan Antlaşması’nda belirtildiği şekliyle gayri askeri statüsüne dönmüş müdür? Egemenliği tartışmalı adaların durumunda değişiklik mi olmuştur? Akıl ve mantık dışı hava sahası uygulamasını sonlandırarak hava sahası sınırları karasuları sınırlarına mı çekilmiştir? Yunanistan, Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarına ilişkin akıl dışı isteklerinden vaz mı geçmiştir? FIR hattını egemenlik sınırı olarak görmek, Ege’ye çıkan her uçağımıza önleme yapmak uygulamasını bırakmış mıdır? Batı Trakya’da arzu edilen demokratik ve özgür ortam tesis edilmiş midir? Ege denizindeki insanlık dışı geri itme faaliyetlerine son verilmiş midir? GKRY, ABD’nin CHEVRON firmasına Doğu Akdeniz-Afrodit sahasında yaptıracağı doğal gaz sondajından elde ettiği gelirden KKTC’ye payını verecek midir? Yunanistan, NATO ve üçüncü tarafları da kendi iddialarına alet etmekten vazgeçmiş midir? Daha bir iki yıl öncesine kadar dini fanatikliğin ve terörizmin yayılmasından şikayetçi olan NATO müttefiğimiz Yunanistan, FETÖ'ye ev sahipliğini sürdürecek midir?

"EGEMENLİK HAKLARIMIZIN DEVRİNİ İÇEREN TAVİZLERİN VERİLMESİ CUMHURİYETİMİZİN 100’ÜNCÜ YILINA YAKIŞIR BİR ANLAYIŞ DEĞİLDİR”

İmzalanan belgenin ikinci işlem paragrafı ise; ‘Taraflar, bu Bildiri'nin lâfzını ve ruhunu zedeleyecek veya hakkında kuşku yaratacak veya kendi bölgelerinde barış ve istikrarın korunmasını tehlikeye atacak her türlü beyan, girişim veya eylemden kaçınmaya kararlıdırlar’ şeklindedir. Geçmiş tecrübelerimiz de dikkate alındığında bu madde Yunanistan tarafından istismar edilmeye açıktır ve edecektir. Bu durumda; gayri askeri statüdeki Adalar sorununu, FIR hattının egemenlik sınırı kabul edilerek uçaklarımıza önleme yapılmasını, 10 millik hava sahası uygulamalarını, Batı Trakya, İstanköy ve Rodos'taki Türklerle ilgili sorunları, egemenliği anlaşmalarla devredilmemiş adalara ilişkin ihlalleri gündeme getirmemiz bile anlaşmanın hilafına olacaktır. Türkiye, Anadolu'nun hemen karşısındaki silahları, Ege Denizi’ndeki mültecilere yönelik insanlık dışı uygulamaları da gündeme getirmeyecek midir, nasıl anlamalıyız? Bu konularda uluslararası hukuktan doğan haklarımızın korunmasına yönelik faaliyetler ve hatta en haklı güvenlik endişelerimizi dillendirmek bile anlaşmanın ihlali olabilecektir. Ege ve Akdeniz’de, Türkiye’nin uluslararası hukuka aykırı hiçbir faaliyeti olmaması nedeniyle bu madde de Yunanistan lehinedir. Atatürk’ün ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ sözleri elbette dış politika ve uluslararası ilişkilerde pusulamız olmalıdır. Ancak; egemenlik haklarımızın devrini içeren tavizlerin verilmesi, Ege ve Akdeniz’de uluslararası hukuktan doğan haklarımızın kullanılamaması, diplomasi adı altında mevcut hukuk dışı durumun kabullenilmesi de Cumhuriyetimizin 100’üncü yılına yakışır bir anlayış değildir. Kaldı ki tek taraflı kazanımlar, diplomasi olarak adlandırılamaz.

"MİTSOTAKİS, ‘TÜRKİYE İLE ARAMIZDA TEK SORUNUMUZ VAR, O DA DENİZ YETKİ ALANLARININ SINIRLANDIRILMASIDIR. BAŞKA BİR KONUYU MÜZAKERE ETMEYİZ’ MESAJINI YİNELEMEKTEDİR”

Türk Hükümeti, 10 ay önceki duruşumuzun tam aksi yönünde pozisyon alırken, basın açıklamasında Yunanistan’ın gayri hukuki eylemlerine Cumhurbaşkanı tarafından değinilmezken Mitsotakis, Yunanistan’ın yıllardır süregelen ve bizim de karşı çıktığımız yukarıda da bahsedilen konulara ilişkin pozisyonlarını net ve açık bir şekilde ortaya koymuştur. ‘Siyasi diyaloğun bir sonraki aşamasıysa koşullar olgunlaştığında, Yunanistan'a göre uluslararası yargı önünde çözümlenebilecek tek ihtilaf olan Ege ve Doğu Akdeniz'de kıta sahanlığının ve münhasır ekonomik bölgenin sınırlandırılmasına ilişkin yaklaşımı, her zaman uluslararası hukukun ve özellikle uluslararası anlaşmazlıkların çözümünde en güvenli yol gösterici olan deniz hukukunun rehberliğinde ele almak olabilir. (...) Açıkça söylüyorum, bizim için Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi kararlarına göre çözümden başka çözüm yoktur. Diyaloğu 2017 yılında kesintiye uğradığı yerden yeniden başlatmamız gerekiyor.’ Mitsotakis özetle; ‘Türkiye ile aramızda tek bir sorunumuz var, o da deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasıdır. Başka bir konuyu müzakere etmeyiz’ mesajını yinelemektedir. Ayrıca, BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne atıf yaparak karasularının 6 milin üzerine genişletilmesi hakkını saklı tuttuğunu da ima etmektedir.

"BATI TRAKYA'DA, YUNANİSTAN'IN AİHM KARARLARINI UYGULAMAKTAN KAÇINMASI, TÜRKLERE YÖNELİK KISITLAYICI VE BASKICI UYGULAMALARI DEVAM EDECEKTİR”

Kıbrıs konusundaysa tek devletli çözümü vurgulayarak bilinen pozisyonlarını yinelemiştir. Ege Denizi’nde karşılıklı olarak askeri faaliyetlerin azaltılması, Doğu Akdeniz’de Avrupa Birliği’ne (AB) göre tartışmalı bölgelerde sondaj yapılmaması, statükonun muhafaza edilmesini isteyen Yunanistan’ın lehine bir durumdur. Batı Trakya'da, Yunanistan'ın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarını uygulamaktan kaçınması, Türklere yönelik kısıtlayıcı ve baskıcı uygulamaları devam edecektir. Basit iki örnekle vurgulamak gerekirse, eğer Ege Denizi’ndeki uçuş faaliyetlerini azaltırsak FIR hattını egemenlik sınırı olarak kabul eden ve bu hattı geçen uçaklarımıza önleme yapan Yunanistan, uçağımız geçmediği için tacizde bulunmayacak ve ihlal olmayacaktır. Benzer şekilde, Doğu Akdeniz’de kritik bölgelerde sondaj yapmazsak yine gerginlik olmayacaktır. Ayrıca azaltılan faaliyetlerle caydırıcılığımız zafiyete uğrayabilir, deniz yetki alanlarında araştırma ve sondaj faaliyetlerini durdurarak uluslararası hukuktan doğan haklarımızı kullanma hakkımıza esas teşkil edecek devlet uygulamalarını yapma imkanımızı kaybederiz.

"EKONOMİK VE SİYASİ GÜCÜNÜZ ARZU EDİLEN SEVİYEDE OLMADIĞI TAKDİRDE, SIKINTILARINIZDAN KURTULMAK İÇİN DIŞ DESTEĞE İHTİYACINIZ VARSA MİLLİ HEDEFLERİNİZE ULAŞMANIZ İMKÂNSIZ OLACAKTIR”

Yunanistan’a özellikle seçim meydanlarında siyasilerimiz tarafından yapılan birçok sert ve bazen diplomasi dili dışındaki mesajlardan, sonda yapılması gereken uyarıları başta yaptıktan sonra ikili ilişkilerde tekrar başlangıca dönmek tabiri caizse bir u dönüşü yapmak, rahatsız edici bir durumdur, devlet terbiyesine ve mütekabiliyet esaslarına yakışmamaktadır. Bu durum, devlet ciddiyeti açısından güvenilirlik, kararlılık ve caydırıcılığımızın zarar görmesine neden olmaktadır. Sonuç olarak, milli menfaatlere ulaşılması ve korunmasında esas araç olan milli güç unsurlarından, askeri gücünüz ne kadar etkili olursa olsun, ekonomik ve siyasi gücünüz arzu edilen seviyede olmadığı takdirde, sıkıntılarınızdan kurtulmak için dış desteğe ihtiyacınız varsa milli hedeflerinize ulaşmanız imkânsız olacaktır. Her seçiminiz, bir taviz doğuracaktır.”

 

Kaynak: anka